6 Aralık 2012 Perşembe

TURUNCU SAÇLI KIZ


      Ne çok felaket, sönen ocaklar, yıkılan hayatlar… Nasıl da üst üste… Hepimizin hikayesi bir gün bitecek elbet; ama mutlu bitse keşke... Arkamızda eksik kalan bir şey olmasa… Vaktinden evvel tükenmesek… Tükenmeye yüz tutanlara elimizi uzatabilsek… En azından yanı başımızda olup bitenleri görmezden gelmesek… 
     İşte bir hikaye daha… Yazılmaya yeni başlamış olsa da çoğumuzdan fazla sayfası var şimdiden. Bu hikayenin adı Büşra…
     Yaşıtlarından en az beş yaş küçük görünen, turuncu saçlı, ürkek bakışlı, omuzları hayatın tüm yükünü taşırcasına çökmüş, ayakkabısız, montsuz, eldivensiz, çantasız on iki yaşında bir küçük yürek. 
     Adı Büşra…
     Oyun oynaması, ödev yapması, kitap okuması, yatakta uyuması, koşması, gülmesi, ağlaması, hayal kurması yasaklanmış ufacık bir beden.
     Adı Büşra…
     Vücudundaki morlukları gizleyebilmek için yazları bile hırkasını çıkaramayan ama asla yakınmayan, trene kaçak binen bir yolcu gibi kimseye görünmemeye çalışan, sessiz, beklentisiz, tırnaksız, ihtiyar bir çocuk.
     Başına gelenleri hak etmek için ne yaptığını tüm hayatı boyunca anlayamayacak olan turuncu saçlı bu küçük kız; akıl sağlığı ‘artık’ çok da yerinde olmayan bir annenin ve bir akla sahip olup olmadığı bile belli olmayan, vicdandan, sevgiden, şefkatten bihaber bir BABAnın çocuğu olarak dünyaya gelir. Daha iki yaşında bir bebekken tanışır soğuk demirin tende bıraktığı acıyla. Kendisini ve onu BABAdan korumaya çalışan yorgun ve güçsüz annesinin kucağında, hayvanlarını barındırdıkları ahırlarında sabahlar gecelerce. Annesi sağdan soldan bulup buluşturduklarıyla karnını doyurmaya çalışır minik bebeğinin. Her geçen gün daha çok hırpalanırlar anne- kız. Hırpalandıkça daha çok tutunurlar birbirlerine.
     Zaman akıp gider. Büşra on iki yaşına gelir. 7. sınıf öğrencisidir fakat görenler onun ‘7 yaşında’ olduğunu sanırlar. O zamana kadar hiç kimse Büşra’ nın neler yaşadığını fark etmemiştir. Başına gelenleri anlatmaktan utandığı için arkadaş da edinmemiştir kendine. Bir gün Beden Eğitimi dersi için üzerini değiştirirken tesadüfen içeri bir öğretmeni girer ve Büşra’ nın sırtında morluklar olduğunu fark eder. Konuşmak istediğinde ağlamaya başlar sırrı ortaya çıkan Büşra ve kaçıp evine gider o gün. Anlatamaz, konuşamaz. Öğretmen durumu okul idaresine bildirir. İdare, aileyle konuşmaya çalışır fakat bir muhatap bulamaz. Jandarmayla görüşülür eve baskın yapılır ancak evde bulunan anne, şikayetçi olacak bir durum olmadığını, Büşra’ nın sırtının üzerine düştüğünü, zaten yaralarının da iyileşmeye başladığını söyler. O günden sonra Büşra’ nın evine birkaç ziyaret daha yapılır ama hiçbirinde sonuca ulaşılamaz.
     Aylar sonra Büşra hasta olduğu gerekçesiyle 1 hafta okula gelmez. Ertesi hafta geldiğinde herkesin kanını donduran bir durumla karşılaşılır. Büşra, ilk defa, öğretmeniyle konuşmak istediğini söyler. Hem ağlar hem anlatır çektiği tüm acıları. Okula gelebilmek için her gece nasıl yalvardığını, tek başına uyumak zorunda kaldığı ve hayvanlardan başka hiçbir canlının olmadığı ahırı, bir gün kaloriferli bir apartmanda oturmak istediğini söylediği için başına atılan taşı, ödev yaptığı için o adam tarafından yırtılan defterini, dayak yedikçe annesinin attığı anlamsız kahkahaları, çığlıkları ve ağlamaktan anlatamadığı, anlatmaya çalıştıkça daha çok ağladığı her şeyi… Onu hayretler içinde, içi parçalanarak dinleyen öğretmenini asıl dehşete düşürense, o küçücük kızın konuşma bittikten sonra gösterdiği elleridir. Gaddar kelimesinin bile hafif kaldığı BABA, öz kızının tırnaklarını kerpetenle çekmiştir. Bu zalimliğin sebebi ise evinden metrelerce uzaktaki ahırlarında uyuması istenen ve her gece orada uyuyan Büşra’ nın o gece duyduğu seslerden korkması ve izin almadan eve gelmesidir. Kollarında sigara söndürülmesine, demirlerle dövülmeye alışkın olan Büşra, sırf o gece yalnız kalmamak için bunları bir kez daha yaşamayı göze almıştır. Ancak, o bile, BABAsının bu kadar ileri gidebileceğini düşünmemiştir. İnsanı en çok düşündüren şeylerden birisi de tek bir gün bile baba sevgisi görmemiş, aksine bin türlü eziyetle büyümüş bu kız çocuğunun o zalime hala BABA diyebilmesidir. Büşra’ ya göre o adam bir BABAdır ve bir iş bulamadığı için, üzüntüden içki içtiği için bu kadar sinirlidir.
     Bu konu okulda ve jandarmada yeniden gündeme gelir ve Büşra’ nın evine çok daha kalabalık bir ekip gider. Büşra devlet güvencesine alınacak, BABA da mahkemeye çıkarılacaktır. Ancak Büşra ve annesi o adama son bir şans verilmesini isterler. Verilen karara göre Büşra’ nın durumu o günden itibaren gözlenecek, herhangi bir darp durumunda Büşra aileden alınacak ve BABA da tutuklanacaktır. 
     O günden sonra okul birkaç ay daha açık kalır ve Büşra’ da hiçbir darp izine rastlanmaz. Artık yaraları da iyileşmeye başlamıştır. Eve bir süre erzak yardımı yapılır ve küçük kız ile annesinin beslenmesi sağlanır. BABA az da olsa çalışmaya başlar. İşler yavaş yavaş yoluna giriyor gibi görünmektedir. 
O senenin sonunda Büşra’ nın öğretmeni başka bir okula tayin olur. Telefondan öğrendiği kadarıyla olumsuz bir durum söz konusu değildir. Tabi yine de o evin içinde neler olup bittiğini sadece turuncu saçlı kız bilmektedir.
     Adı Büşra…
     Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demeyi küçücük yaşında öğrenmiş, utangaç, mahcup bir ana kuzusu.
     Adı Büşra…
     Gördüğü o kadar zulme rağmen ailesini korumaya, anlamaya çalışan, kalbi kine yer bırakmayacak kadar sevgiyle dolu bir evlat.
     Adı Büşra…
     Kurtarılmayı, mutlu olmayı, okuyabilmeyi, yaşayabilmeyi isteyen; görmezden gelinemeyecek kadar gerçek belki de yüzlerce ihtiyar çocuktan yalnızca biri.    


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder